26 Kasım 2013 Salı

UNUTTUM GİBİ

Unutmusum, içimdeki umutlarin beyazligini... Unutmusum mavi, yesil, al renkleri... Ne zaman bir yagmur sesi duysam, ne zaman bir su sesi, içimde sevgiler kanar, pinarlar kanar benimle. Sonra sen gelir dökülürsün içime, sen gelir dökülürsün gözlerime, kirpiklerim dökülür yollara. Gülaydinligin dogar üstüme. Iste o zaman dag dag özlem kesilirim, bulut bulut, hüzün hüzün.. Düstügüm her uçurumda sen... varsin yanimda seni tasidim içimde bir damla gözyasi gibi bütün yildizlara ismini haykirdim, bütün gecelere bir sen yoksun bir sen duymuyorsun bi-tanem rüyalarimi hicran alir her gece gelmezsin çagrilarim isyan olur her gece bilmezsin sevdasini yüregime taht kurdugum nerdesin bir sen yoksun bir sen bilmiyorsun bi-tanem bil ki hep sana aktim bu sevdali nehirlerde hep seni bekledim bu düstügüm yer..

OLAMADI

Varlığınla yokluğun arasında kalmayacağım artık, sadece olmayacaksın. Sensiz kalma ihtimali olmayacak aleyhine kurulmuş cümlelerimin sonunda. Belki birkaç satır arasında unutulacaksın bir müddet sonra. İçimden olmayacak, boş bir kağıdın gölgesine sığınmayacak sana sitemlerim. Hani hep kızardın ya “Konuş konuş konuş” derdin, haykırabilir miyim şimdi korkaklığını. Bıraktığın bu mavi düşleriyle avunan yalnızlığı, artık sahiplenilmeyecek olmanın burukluğunu yaşarken, haykırabilir miyim dersin, susar mıyım, gülüp geçer miyim yoksa …?
Aslında alıştırmalıyım kendimi hiç dönmeyecekmişsin, dönülmeyecek bir yerdeymişsin gibi farzetmeli, unutmalı. Seni hiç tanımamış gibi yaşamımı sürdürmeliyim. Var olduğum her yer aşk(ın) şehri olmalı artık, yeniden sevmenin, sevilebilmenin yeri her yer, zamanı yaşanan ve gelecek tüm zamanlar olmalı benim için. Evet, sayfalardan koparıp bir bir savurmalıyım seni yaşanmış tüm zamanlara, uzaklaşan her adımımla hapsetmeliyim bu anılar sokağına. Kopan takvim yaprakları sensiz geçen günleri saymamalı, bende yokluğunun güncesini tutmayı artık bırakmalıyım. Her yeni güne seni getirmedi diye isyan etmemeliyim. Kabullenebilmeli, hazmedebilmeli, aldırmamalı hatta sana hak verebilmeliyim. Bu satırlarla büyümeye başlamalıyım, sırf seni ve çocuklaşan bir aşkı kolayca unutabilmek için. Zira yoksun. Sanki benim hiç senim olmamış, sanki bizi hiç yaşamamışız, sanki aşk denen o hoyrat şarkıyı mırıldanmış ve sonra yarım bırakmışız gibi. Artık yeni bir şarkı söylemenin vakti, Yaşanmışlığına, yitikliğime hiç aldırmadan,
Sanki benim hiç senim olmamış gibi ...

ALKOL

lkol 40 günde damar lardan ancak atılıyor .fakat
İçkinin yasak olduğuna dair ayet çok (Bakara 219, Mâide 90, 91, Yûnus 4, Nahl 67) ve genellikle biliniyor.
İçkili iken namaza gelince:
Nisâ 43. "Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın..."

Ayette belirtildiği üzere içkili olma durumunda namaz olmaz. Bunun dışında namaz kılınır.

40 gün hadisesine gelince bu "midesine haram girenin 4o gün duası makbul olmaz" (taberani) hadisinden kaynaklanıyor olmalıdır.
Fakat bu rivayette söylenildiği durum ve ortam gözetilirse; bu ifadenin içkinin çok kötü olduğuna kesin bir vurgudan ve ondan uzaklaştırmaya yönelik ısrarlı tenbihten dolayı böyle şiddetli ifade olduğu görülür.

Az veya çok içkili iken namaz olmaz. Bunun dışında namaz kılınabilir.

Ankebut 45. Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı (fahşâ)hayasızlıktan ve (münker)kötülükten alıkor. Allah'ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı biliyor.

Allah herkesi, o illetten (dini, sağlığı ve yaşantısı adına) uzak kılsın.

22 Kasım 2013 Cuma

HZ.ALİ DEN ÖZLÜ SÖZLER

HAZRET-İ ALİ (K.V.)’DEN HİKMETLER

Ben ilmin şehriyim, Ali de o şehrin kapısıdır.” (Hadîs-i Şerîf, Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr)

• İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar.
• Haddini bilen kişi helâk olmaz,
• Herkesin değeri, yaptığı iyilikle, ihsân ve ilmiyle ölçülür.
• Kişi, dilinin altında gizlidir.
• Dili tatlı olanın dostu çok olur.
• İyilik ile hür kişi köle yapılır.
• Cimriyi, malının bir felâket ile yok olabileceği veya vârise kalabileceği ile korkut.
• Söyleyene bakma, söylediğine bak.
• Bela vaktinde sızlanmak, feryâd etmek, mihneti artırır.
• Zulüm ile zafer olmaz.
• Oburlukla sıhhat birleşemez.
• Edepsizlikle şeref birleşemez.
• İntikam hissi ile efendilik (ululuk) olamaz.
• İstişareyi (danışmayı) terk ile doğruya varılmaz.
• Yalancıda insanlık yoktur.
• Takvadan üstün şeref yoktur.
• Kişiyi umduğu şeye tevbeden daha çok eriştiren bir şefaatçi olamaz.
• Afiyetten (sıhhattan) daha güzel bir elbise olamaz.
• Cehaletten daha tehlikeli bir hastalık olamaz.
• İnsan bilmediği şeyin düşmanıdır.
• İşlenen suçun özrünü tekrarlamak işlenen suçu hatırlatır.
• Cemaat içinde bir kimseye nasihat etmek, onu utandırmaktır.
• Cahildeki bir nimet, çöplükteki çiçeğe benzer.
• Belâ ve musibet ânında, feryad ve figan etmek sabırdan daha yorucudur.
• Düşmanın en büyüğü, hilesini daha çok gizleyendir.
• İlim, hikmet, mü’min kişinin yitiğidir,
• Cimrilik, ayıpların bütün kötülüklerini kendisinde toplar.
• Allâh’ın takdirleri olunca, kulun tedbirleri kayıp olur.
• Nefsânî arzusunun esiri kimse, köleden daha alçaktır.

Çocuğun Dini Eğitimi

Çocuğun Dini Eğitimi evde başlamalı‏

Çocuklarımız, manevi ve kültürel mirasımızın vârisleri, aydınlık yarınlarımızın umutlarıdır. Bir toplumun ilerlemesi ve mutluluğu, aileye verdiği değere, genç kuşakların yetişmesi için gösterdiği çabaya ve öneme bağlıdır. Çocuklarımız bizim en değerli varlıklarımızdır. Aileler, bu değerin farkına vararak yaşamalı, onların eğitiminin büyük bir sorumluluk gerektirdiğinin şuurunda olarak hareket etmelidir. Peygamberimiz (sas): “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz. Erkek, ailesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır. Buna göre hepiniz birer çobansınız ve hepiniz idare ettiklerinizden sorumlusunuz.”[1] buyurarak bu mevzuya dikkat çekmektedir.

Çoban kelimesiyle; sorumluluk hissettiği kişileri her türlü tehlikeye karşı koruyan, onların ihtiyaçlarını bilen ve karşılayan, onlarla birebir ilgilenen, onlara güven veren ve onların iyi hâl üzere olmasına özen gösteren manası kastedilmiş olmalıdır. “Erkek, ailesinin çobanıdır.” denilerek aile reisinin baba olduğunu, ailenin geçiminden ve terbiyesinden öncelikli olarak babanın sorumlu olduğunu anlıyoruz. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır; yani evin iç düzeniyle birlikte çocukların bakımı ve yetiştirilmesi onun sorumluluk alanına girmektedir. Şüphesiz ki çocuğun yetiştirilmesi sürecinde annenin emeği daha büyüktür. Bu durum Kur’ân-ı Kerim’de: “Annesi onu zahmetle karnında taşımış ve güçlükle doğurmuştur. Onun taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır.”[2] diye tasvir edilir. Hamilelik, doğum ve emzirme döneminin zahmeti anne hakkını üstün kılmaktadır.

“Bir gün bir adam: ‘Ey Allah’ın Resûlü! İnsanlar arasında iyilik yapmama, kendisine iyi davranmama en çok lâyık olan kimdir?’ diye sordu. Resûlullah (sas): ‘Annen!’ buyurdu. Adam: ‘Ondan sonra kimdir?’ diye sordu. ‘Annendir!’ Adam, yine sordu: ‘Sonra kimdir?’ yine ‘Annendir!’ buyurdu. Adam: ‘Sonra kim gelir?’ diyerek dördüncü kez sorusunu tekrarladı. Sevgili Peygamberimiz bu kez: ‘Babandır!’ diye cevap verdi.”[3]

Annenin bu şerefe lâyık olması, şefkat kanatlarını evlatlarının üzerine indirmesi, onları kendine tercih etmesi, koşulsuz sevmesi, onların dertleriyle dertlenmesi, öfkesinde bile sevgiyi barındırması sebebiyledir. Bir gün sırtına iki çocuğunu yüklenmiş yoksul bir kadın bir şeyler istemek üzere Hz. Âişe validemize gelir. Hz. Âişe validemiz kadına üç hurma verir. O da çocuklarından her birine birer hurma verir. Kalan diğer hurmayı da kendisi yemek üzere ağzına götürür; ancak çocuklar onu da isterler. Kadın yemek istediği bu hurmayı da çocukları arasında bölüştürür. Kadının bu tutumuna hayran kalan Hz. Âişe olup biteni Peygamberimize anlatır. Peygamberimiz de: “Doğrusu Allah, bu şefkati sebebiyle o kadına cennetini vermiş ve onu cehennemden kurtarmıştır.” der.[4] Gönlümüzün meyvesi olan çocuklarımıza gösterdiğimiz şefkat, bizleri haz.Allah’ın lütfuna eriştirecektir. Peygamberimiz bir sözünde Kureyş kadınlarını övmekte ve şöyle demektedir:

“Kureyş kadınları, deveye binen kadınların en hayırlılarıdır. Onlar çocuklarına daha iyi bakarlar, kocalarına karşı daha saygılıdırlar.”[5] Peygamberimiz Kureyş kadınlarının çocuklarına olan yaklaşımlarını örnek olarak sunmaktadır. Çocukların bakımını en iyi şekilde yapmak… Bu bakımla kastedilen, sadece onların yeme, içme, giyinme ve diğer maddi ihtiyaçlarını karşılamak değildir. Dünyevî hiçbir sevginin dolduramadığı gönlü, haz.Allahın sevgisiyle besleyebilmek, Kur’an ahlâkıyla bezeyebilmektir. Yani temiz bir fıtrat üzere doğan çocuğun bu sâfiyetini İslâmî terbiyeyle koruyabilmektir. Çünkü haz.Allah nezdinde hak din İslâm’dır.[6]

Kur’ân-ı Kerim’de kendimizi ve ehlimizi ateşten korumamız emredilmektedir.[7] Bu âyetle ilgili olarak Hz. Ömer, “ ‘Ya Resûlallah! Nefislerimizi koruruz, fakat ailemizi nasıl koruyabiliriz?’ diye sorduğunda, Allah’ın Resûlü : ‘Allah’ın sizi nehyettiği şeylerden onları nehyedersiniz ve Allah’ın size emrettiği şeyleri onlara emredersiniz. İşte bu onları korumak demektir.’ diyerek cevap verdi.” imamı Zemahşeri de el-Keşşaf adlı tefsirinde konuyla ilgili olarak şu hadisi şerifi nakletmiştir: “Allah, o kimseye rahmet etsin ki ‘Ey ailem! Namazınıza, orucunuza, zekâtınıza, miskinlerinize, yetim ve komşularınıza dikkat edin.’ der. Ola ki Allah Teâlâ onları onunla beraber cennette toplar.

Buradan da anlıyoruz ki çocuklara dini eğitim vermek ve hayatlarında İslâmî prensiplere bağlı kalmaları noktasında uyarma görevinde bulunmak dini bir zorunluluktur. Sevgi pınarımız, kendisini tanıdıkça haz.Allah’a olan muhabbetimizin artmasına sebep olan Peygamberimiz, şu sözleriyle bizleri uyarıyor: “‘Ahir zamanda babalarından dolayı vay o evlatların haline!’ Sahâbîler şaşkınlık ve merak içerisinde: ‘Müşrik babalarından ötürü mü?’ Şefkat Peygamberi: ‘Hayır! Mümin babaları.’ Daha da şaşıran sahâbîler: ‘Nasıl olur, ey Allah’ın Resûlü? Hayret içeren bakışlara, dikkat kesilen kulaklara, sorumluluk yükleyen cevap: ‘Babaları, onlara dinlerini öğretmeyi ihmal etti.’ olur.”[8]

Sevgimizle sarmaladığımız, gözyaşlarına dayanamadığımız, acılarına onlardan önce yandığımız, en iyi imkânlara sahip olsunlar diye çabaladığımız, gözbebeğimiz evlatlarımız, haz.Allah’ın bizlere emanetleri… Bilelim ki, iyi bir Müslüman olma gayretinde olduğumuz ve bizleri örnek alarak öğrenen çocuklarımıza iyi birer model olabilme özverisinde bulunduğumuz sürece bu emanete sahip çıkmış olacağız. Yoksa uhrevî sorumluluğumuzu yerine getirmediğimiz için hüsrana uğrayacağız.[9]

Peygamberimiz (sas): “Bir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha üstün bir miras bırakamaz ve onun çocuğunu terbiye etme noktasındaki her bir çabası sadaka vermesinden daha hayırlıdır.” der.[10] Çocuğun, babası üzerindeki haklarından biri, güzel ahlâk üzere yetiştirilmesidir. Baba bundan mesuldür. Hiçbir şeyin fayda vermeyeceği o günde “Çocuğunu terbiye etmek için neler yaptın, ona neler öğrettin?” diye hesaba çekilecektir. Âyet-i kerimede “Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir. Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır.”[11] buyrulmaktadır. Burada fitneden maksadın, imtihan vesilesi olduğu âlimler tarafından belirtilmiştir. Bu imtihanı kazanmanın bir yolu; onlara karşı vazifelerimizi bilmek, elimizden geldiğince ahlâklarını güzelleştirebilmek ve onları sadece bu dünyaya değil âhirete de en iyi şekilde hazırlayabilmektir. Diğer bir yolu da “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın.”[12] ilâhî ikazını unutmamaktır. Fazla mal ve evlat sahibi olmayı hayatımızın tek gayesi haline getirdiğimizde asıl yaradılış gayemiz olan haz.Allah’a kul olma şuurundan uzaklaşmış olacağız.

Çocuklarına iyi bir terbiye veren anne ve babalar, dünyada bunun meyvelerini zaten alırlar. Öldükleri zaman ise arkalarında kendilerine dua eden hayırlı bir evlat bıraktıkları için amel defterleri kapanmaz. Ebeveynler, ilâhî hikmet gereği, salih amel işleyerek hayatlarını zenginleştiren çocukları sebebiyle sevap kazanmaya devam ederler.[13] Nice yüzlerin aydınlanacağı o kıyamet gününde vahiy gereğince amel eden evlatları sebebiyle de ziyâsı güneşin ziyâsından daha güzel taçlar kendilerine giydirilir.[14]

Ey kalpleri halden hale çeviren Rabbimiz!

Kalplerimizi Senin dinin üzere sabit kıl.

Bizleri, Senin rızana uygun evlatlar yetiştirmede muvaffak eyle.

Âmin!

20 Kasım 2013 Çarşamba

MEDİTASYON NASIL YAPILIR

TİTREŞİMİ YÜKSELTME 5 DAKİKALIK NEFES MEDİTASYONUNU YAPTIKTAN SONRA GÖZLERİMİZ AÇIK YÜKSEK SESLE AŞAĞIDAKİ OLUMLAMALARI HER BÖLÜMÜ 3 KEZ TEKRARLIYORUZ. YİNE İSTEĞİNİZE BAĞLI BİR MEDİTASYON MÜZİĞİ KULLANABİLİRİZ. • Zihnimin sessizleşmesine ve huzurlu hale gelmesine izin veriyorum. Şimdi huzur içindeyim. Nefes alırken, ışığı içeri soluyorum. Nefes verdikçe içimdeki ışık olmayan her şeyi salıyorum. • Duygularım sessizleşiyor ve sakinleşiyor. Bedenim gevşemiş durumda. Bedenimi taramak, duruşumu ayarlamak ve bedenim rahat bir pozisyona getirmek için bir dakika ayırıyorum. • Başkalarına verdiğim ve başkalarından aldığım tüm sevgiyi onaylıyorum. • İçimde hala tekamül etmekte olan şüphelerim, korkularım, hatalarım, tavırlarım ve davranışlarım için kendimi affediyorum. • Kendimi ve başkalarını nasıl seveceğim konusunda bildiğimin en iyisini yapan, sevgi dolu bir varlığım. • Duygularımı seviyorum ve kabul ediyorum. İstediğim kadar gelişmemiş duygulara sahip olduğum için kendimi affediyorum. Onları kucakladıkça ve deneyimledikçe, değişmek için özgür oluyorlar. • Düşüncelerimi seviyorum ve kabul ediyorum. Negatif bir düşünce deneyimlediğimde, onu, henüz daha iyisini bilmeyen bir çocuk gibi seviyorum. Bir pozitif düşüncenin binlerce negatifi erteleyebileceğini bilerek, ona bir pozitif düşünce ekliyorum. • Kalbimi ışıktan bir yıldız olarak hayal ediyorum. Bedenimdeki her hücreye sevgi yayıyor. • Bugün yapabileceğim, kendim için sevgi dolu ve yetiştirici bir şeyi düşünüyorum ve onu yapıyorum. • Bugün yapabileceğim, bir başkası için sevgi dolu ve yetiştirici bir şeyi düşünüyorum ve onu yapıyorum. • Bugün nezaket içinde davranıyorum. İnsanlara gülümsüyorum ve iyi niyet yayıyorum. • Kalbimi parıldayan bir yıldız gibi resmediyorum, sevginin benden yayılmasına ve nezaketimle beraber başkalarını yükseltmesine ve yetiştirmesine izin veriyorum. • Şimdi zihnime gelen birkaç kişiye sevgi göndermek için bir dakika ayırarak bitiriyorum. • Başkalarını sevdikçe titreşimim yükseliyor. -alıntı- Hasan Yalkın İçsel Aydınlanma

18 Kasım 2013 Pazartesi

Sevdamın Sonu

Sevdamın Sonu İlk sözleri sen olan,şarkıya döndüm Hasretlik satırları, içime gömdüm Küflendi aşk isteğim,deliye döndüm Böyle mi olacaktı sevdamın sonu? Ellerin ellerimde,kolun kolumda Tertemiz meyvelerle,hayat yolunda Hani gül olacaktık? ömrün sonunda Böyle mi olacaktı sevdamın sonu? Harabeye döndüm,derde saldılar Yaşıma acımadan,seni çaldılar Çok sözümüz vardı ki,yarım kaldılar Böyle mi olacaktım sevdamın sonu? Kimseye boyun eğmez,asil gururu
m Solum hep seni ister,sağım uçurum Şimdi yalnız başıma,gezer dururum Böyle mi olacaktı sevdamın sonu Hiç aklımdan çıkmaz ki içten gülüşler Seninle başka olur,rüyalar,düşler Gecelerde serabın,hayalim süsler Böyle mi olacaktı sevdamın sonu? Bize aldırmaz gülüm,geçiyor zaman Bu iş böyle giderse halim çok yaman Baharım kışa döner,dağlarım duman Böyle mi olacaktı sevdamın sonu? Yar ektiğin çiçekler,kalpte soluyor Bana-bekle- deme can,ömrüm doluyor Hasretim dizelerde,şiir oluyor Böyle mi olacaktı sevdamın sonu?

SENİ ÇOK SEVİYORUM..

Saçaklarda titreyen bir kuşun ekmek tanesine kanat çırpması ve bir anne duası kadar içten sevmiştim seni..
Ama olmadı güzel gözlüm olmadı. Hayat bana yine yalan söyledi, bir silahim olsaydı bir silahım.
Yoksulluğu şakağından, kaybetmeyi kalbinden ve SENSİZLİĞİ alnının tam ortasından vururdum.
Düzmece duygular harcım değildi ! Uzak Denizlerin fırtınası karlı dağların kekliğiydim.
Yoksuldum yoksulluğuma ama onurluydum..!!

Ve şimdi üstüme çöksede bu sağır karanlık, olsun akşam olur şairlere gün doğar demiştin, bir kerecik söyle demiştin de söyleyememiştim..

İşte şimdi söylüyorum...
SENİ ÇOK SEVİYORUM... 

öyle işte

Yasak sokaklarda öğrendim ben ölümüne sevdalanmayı.. Gidemediğim gelmelerim koştu beklediklerim ardından.. Mavi gökyüzünde ıslandı sen olan bakışlarım.. Kirli sakallı baykuşlara inat sevdalandım gece mehtabın yarısında.. Ellerim ağırdı
da taşımaktan usanmadım bana bıraktıklarını.. Hep bir tarafım yarım kaldı Sen bir tarafımı alıp giderken.. Yağmursuz bulutlara karıştı ağlaman gözyaşlarım.. Birde çocukluğumdan kalan misketlerime ağladım gözlerine benzediği için.. sokaklarda kaldı seni bekleyişlerim.. Yazısız bir roman oldun tek kişilik oyun sahnemde.. Dedim ya Ay Yüzlüm! Ben Yasak Sokaklarda Öğrendim Yüreğimden Büyük Sevdalanmayı..!!!

SEVMEK...

SEVMEK...
Nedensiz gözü kapalı bir gülüşüne ömrünü bir damla göz yaşına canını vermektir...
SEVMEK...
Yanında olmadığı halde sol yanında hissedebilmektir...
SEVMEK...
Damarlarında akan kan gibi heran seni yaşattığını düşünmektir ...
SEVMEK...
Uğruna canını vermek değil onun için yaşamaktır
SEVMEK...
Dilin konuşması değil YÜREĞi
N dile gelmesidir..

GEÇMEZ

Uzak Durmak Zorundaysan Sevdiğinden.. CEHENNEM DÜŞER YÜREĞİNE ..!
Ne Zordur Ayrılık... ÖLMEK İÇİN Dua Edersin YARADANA ..
AMA ÖLMEK BİLE YAZILMAMIŞTIR ALNINA ...!
Tıpkı SEVDİĞİNİN YAZILMADIĞI GİBİ ..
İnadına Yaşayacak inadına Sevecek, inadına Da Acı çekeceksin Ki Ayakta Durmayı Gûçlü Olmayı VE Olğunlaşmayı Öğreneceksin..
Geçer Mi Diyorsun...?
GEÇMEZ

susarım



Sana öyle sözler sarfederim ki ;
gözlerimden akan her damla yaş için pişman olursun ...
Sana öyle zamanlar anlatırım ki ;
değerini bilmediqin anları hatırlar , özlemiyle tutuşursun ...
Sana öyle qerçek olurum ki ; hayatın boyunca keşkelere mahkum olursun ... Ama !!
......Sana KIYAMADIĞIM için öyle bir susarım ki ;
her susuşumda bin defa kahrolursun.

SUSMAK

Birgün tesadüfen çıkacaksın karşıma..!
Sadece bakacağım sana..!
Anlatacak bakışlarım, konuşacak yüreğim,
ben susacağm ama yüreğim haykıracak sana...!
Yeter...! diyeceksin..! Yeterrrr...!
Sustur yüreğini dayanamıyorum buna...!
İşte o zaman kıpırdayacak dudaklarım usulca...!
Dolacak gözlerim, akmasınlar diye sabredeceğim ve birkaç kelime diyecek dilim sana....!
BEN BAŞARAMADIM....!!
KOLAY GELİYORSA SEN SUSTURSANA

UNUTTUMMU?

Unutmusum, içimdeki umutlarin beyazligini... Unutmusum mavi, yesil, al renkleri... Ne zaman bir yagmur sesi duysam, ne zaman bir su sesi, içimde sevgiler kanar, pinarlar kanar benimle. Sonra sen gelir dökülürsün içime, sen gelir dökülürsün gözlerime, kirpiklerim dökülür yollara. Gülaydinligin dogar üstüme. Iste o zaman dag dag özlem kesilirim, bulut bulut, hüzün hüzün.. Düstügüm her uçurumda sen... varsin yanimda seni tasidim içimde bir damla gözyasi gibi bütün yildizlara ismini haykirdim, bütün gecelere bir sen yoksun bir sen duymuyorsun bi-tanem rüyalarimi hicran alir her gece gelmezsin çagrilarim isyan olur her gece bilmezsin sevdasini yüregime taht kurdugum nerdesin bir sen yoksun bir sen bilmiyorsun bi-tanem bil ki hep sana aktim bu sevdali nehirlerde hep seni bekledim bu düstügüm yer...

Çöllerde kalmayı sevdim Seninle...

Çöllerde kalmayı sevdim Seninle...
Yalnızdım,kalabalıklar içinde...
Her şeyde Sen'in sanatını görmeyi sevdim ben...
Herkeste Senden bir tecelli bulmayı sevdim..
Yıldızlarda nurunu,güneşte narını,ateşte harını bulmayı sevdim... 
Aziz oluşunu,Kadir-i mutlak oluşunu sevdim..
Settar oluşunu sevdim...
Öylesine güzel bir sırdaştın ki 
Sen,kimselere bir sırrımı vermedin..
Günahıma rağmen yücelttin beni..
Şeref ikram ettin..
Ekremül-ekreminsin..
Kulunu sevmeni sevdim ey Rabbim..
Ben unuttum,unutmadın..
Ben adını anmadım,yine de bırakmadın..
Yüceler yücesi aşkına karşılık vermek varken,
Seni bırakıp başkalarına yandım..
Yinede vazgeçmedin benden..
Sevdin beni oysa,ben Sana kul bile olamadım..
Nankörlük ettim..
Yine de nimetlerini esirgemedin...
Şikayet eden,sızlanan,dert yanan hep ben oldum.
Sen sevdin beni...
Bense vefasız bir sevgiliydim..
Kıymetini bilemedim...
Affet ALLAH'ım…

Varlığınla yokluğun arasında kalmayacağım

Varlığınla yokluğun arasında kalmayacağım artık, sadece olmayacaksın. Sensiz kalma ihtimali olmayacak aleyhine kurulmuş cümlelerimin sonunda. Belki birkaç satır arasında unutulacaksın bir müddet sonra. İçimden olmayacak, boş bir kağıdın gölgesine sığınmayacak sana sitemlerim. Hani hep kızardın ya “Konuş konuş konuş” derdin, haykırabilir miyim şimdi korkaklığını. Bıraktığın bu mavi düşleriyle avunan yalnızlığı, artık sahiplenilmeyecek olmanın burukluğunu yaşarken, haykırabilir miyim dersin, susar mıyım, gülüp geçer miyim yoksa …?
Aslında alıştırmalıyım kendimi hiç dönmeyecekmişsin, dönülmeyecek bir yerdeymişsin gibi farzetmeli, unutmalı. Seni hiç tanımamış gibi yaşamımı sürdürmeliyim. Var olduğum her yer aşk(ın) şehri olmalı artık, yeniden sevmenin, sevilebilmenin yeri her yer, zamanı yaşanan ve gelecek tüm zamanlar olmalı benim için. Evet, sayfalardan koparıp bir bir savurmalıyım seni yaşanmış tüm zamanlara, uzaklaşan her adımımla hapsetmeliyim bu anılar sokağına. Kopan takvim yaprakları sensiz geçen günleri saymamalı, bende yokluğunun güncesini tutmayı artık bırakmalıyım. Her yeni güne seni getirmedi diye isyan etmemeliyim. Kabullenebilmeli, hazmedebilmeli, aldırmamalı hatta sana hak verebilmeliyim. Bu satırlarla büyümeye başlamalıyım, sırf seni ve çocuklaşan bir aşkı kolayca unutabilmek için. Zira yoksun. Sanki benim hiç senim olmamış, sanki bizi hiç yaşamamışız, sanki aşk denen o hoyrat şarkıyı mırıldanmış ve sonra yarım bırakmışız gibi. Artık yeni bir şarkı söylemenin vakti, Yaşanmışlığına, yitikliğime hiç aldırmadan,
Sanki benim hiç senim olmamış gibi ..

BİLSE

Bazen değer vermek yetmez, seversin hemde ölümüne. Ama o seni daha az sever ya da hiç sevmez. Sen üşürken onun yokluğunda, o senin varlığını anlamaz bile. O senin için değerliyken, sen onun hayatında kenar süsü olarak durursun. Sen onun için her gece ağlarken, o bunları hiç bilmez. İnsana en çok ne koyar bilirmisin?
Sen ona tüm hayatını hediye ederken, o kendini başkasına hediye eder.

15 Kasım 2013 Cuma

ŞİRK

ŞİRK
Hamd, Alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. Salâtü Selâm, Rasûlullah'ın, Ehlinin, Sahabesinin ve de kıyamete kadar, onları dost edinenlerin üzerine olsun...Tevhidin şirkle olan savaşı, Nûh Aleyhisselâm'ın kavmini, putlardan sakındırıp sadece Allah'a ibadete davet ettiği günden beri devam etmektedir.Nûh Aleyhisselâm'dan sonra da Rasüller geldi ve gönderildikleri toplumları yalnız Allah'a ibâdet etmeye davet edip tapınageldikleri şeylerin ibâdete layık olmadıklarını onlara anlattılar. Bu hak batıl mücadelesi, Muhammed (s.a.v) gelinceye kadar da böylece devam etti. Allah Resûlü (s.a.v) kendisine nübüvvet verilmeden önce de çevresinde "sâdıkû'l-emîn/doğru ve güvenilir" olarak bilinmesine rağmen onları tevhide, yalnız Allah'a kul olmaya davet ettiğinde, "yalancılık ve sihirbazlıkla" suçlandı.İşte bu, toplumlarını şirkten arındırarak tevhid inancına çağıran her peygamberin karşılaştığı bir durumdur. Bu mücadele her zaman varolmuştur."Allah, kendisine ortak koşanları bağışlamaz. Bundan öte dilediğine bağışlar. Her kim Allah'a ortak koşarsa, şüphesiz büyük bir iftirada bulunmuştur." (Nisâ, 4/48)"Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa, Allah ona cenneti haram kılmıştır ve onun gideceği yer Cehennemdir. Zalimlere orada bir yardımcı da yoktur." (Mâide, 5/72)
Allah azze ve celle'ye karşı açıkça isyanı olduğu için şirk, en büyük bir suçtur. Bu hal üzere ölen kimse ebediyen Cehennemde kalacaktır. (Allah korusun)"Şüphesiz kitap ehli ve müşriklerden Kafir olanlar, Cehennem ateşinde ebedi olarak kalacaklardır. Onlar insanların en kötüleridirler." (Beyyine, 98/6)

Öyleyse şirk nedir?

Şirk; Allah'a zatında, sıfatlarında, hükmünde, ulûhiyet, ibadet veya mülkünde ortağı, dengi bulunduğuna inanmak ve bunu kabul etmektir. Küfür nasıl imanın zıttı ise, şirkte tamamen Tevhidin zıddıdır.
Şirkin Çeşitleri:

1. Büyük Şirk

Bir şeyi Allah'a denk tutup ona ibadet etmek, İlah'mışcasına ona itaâtte bulunmak, hem onun hem de Allah'ın emirlerini denk görerek ortak koşmak, veya o şeyi Allah hükmünün önüne geçirmektir. Bazı hallerde Allah'ın hükümlerinin geçerli olama-yacağına inanmak ta bu kabildendir. Kişi bu durumda geçerli gördüğü kanunları Allah'ın hükümlerine tercih ettiği için bilerek veya bilmeyerek şirke düşmüş olur. Şüphesiz bu kelimenin tek anlamıyla, şirkin en ağırı olup bu durumdaki kimse İslâm'dan çıkmış ve bu durum üzere ölen kimse de ebedî cehennemde kalmak üzere müşrik olarak ölmüştür. (Allah korusun)Bunun da bazı kısımları vardır;

İtaatte Şirk: Hüküm ve egemenlikte şirk

Allah'ın hükmünden başkasını kabul etmek, meşrû görmek veya onun Allah'ın hükmünden üstün yönleri olduğuna inanmaktır. Hüküm ve hakimiyet yalnızca Allah'a has bir haktır. (Hiçbir mahlûkun hükme ehliyeti yoktur. İnsan yalnızca Allah'ın hükümlerini uygulamakla memurdur.)Hüküm yalnız Allah'ındır." (Yûsuf, 12/40Allah'a isyan olan bir ameli helal görecek kadar alim veya şeyhlerine uyanlar (Allah korusun) bu sınıftadırlar.
"(Yahudiler) Allah'ı bırakıp alimlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler." (Tevbe, 9/31)
Allah Resûlü (s.a.v) Tirmîzi'de yer alan sahih bir hadiste bu ayeti Adiy b. Hâtim'e, "Hıristiyanlar, alimleri helali haram, haramı da helal kıldıklarında onlara itaât ediyorlardı. Kim Allah'tan başkasına şeriat koyma, (hayata tümüyle yön verme) hakkı iddia ederse Allah'tan indirileni inkar etmiştir" -şeklinde açıklamış, sonra da şu ayeti okumuştur-, "Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerin ta kendileridirler." (Mâide, 5/44)
Emir ve yasaklama hakkı, sadece Allah'ındır:
"Bilesiniz ki, yaratmak ta, emretmek te O'na mahsustur." (A'raf, 7/54)"Bilesiniz ki, ...O'na mahsustur" ifâdesi, bu hakkın başkasına asla nisbet edilemeyeceğine açık bir delildir. Ayette görüldüğü üzere yaratma ve emretme hakkını, Allah'tan başkasına nisbet eden kimse İslâm milletinin (dininin) dışına çıkmış, müşrik olmuştur.Yarattıkları üzere yegâne tasarruf sahibi olan yalnız Yaratıcıdır, Allah azze ve celle'dir. Yarattıklarının yararına olanı en iyi bilen de sadece O'dur. O'ndan başkası hiç bir şey yaratmamıştır.Allah'tan başkası, yaratılmış olduğundan dolayı acizdir, kendinde bile bilmediği sayısız husus vardır. İnsan bunu bile bilmekten âcizken yaratılmışlara uygun ve yararlı olanı nereden bilebilir ki? Bu da gösteriyor ki, insanlar tarafından hayata bir sistem olarak yön vermesi üzere konulan bütün kanun ve düzenler batıldır. Hiçbirisiyle hüküm vermek asla câiz değildir. Hakimiyet ancak Allah'ındır, O'ndan başkasının, kendinden bir hüküm getirme hakkı asla yoktur. (En maddesel konularda bile insan, dün inkar ettiğini bugün ikrar veya dün ikrar ettiğini bugün inkar ediyorsa bu âciz haliyle -Yaratıcısını ve de O'nun hükümlerini inkar ederek- ortaya koyacağı hayat sistemi elbette batıl olacak ve elbette her şeyi ilmiyle kuşatan hiçbir noksanlığı olmayan yüceler yücesi Allah'ın kanunları yegâne, alternatifsiz doğrular olacaktır). Allah'tan başkasının kanunlarına Kur'âni ifadeyle, "Cahiliyye hükümleriyle hükmetme" denilmektedir. Burada Allah azze ve celle, kendi hükmü dışında geçerli veya hayırlı olabilecek bir hükmün olmadığını açık ve kesin olarak bildirmiştir.
Allah'tan başkasına emretme, yasaklama, helal ve haram kılma, kanun koyma ve hakimiyet hakkını başkasına verme gibi haller tevhidi bozar. Bu konuda Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
"Hükm/Egemenlik yalnız Allah'a mahsustur. O sadece kendisine kul olmayı emretti. Dosdoğru din ancak budur." (Yusuf, 40)
Şirkin en büyük biçimi Allah'ın indirmediği ile insanlar arasında hüküm vermektir.Tevhidi bilmeyenler, her ne kadar yerin ve göklerin bir sahibi, yağmuru yağdıran, dünyayı yaratan ve yöneten bir ilâhın olduğunu kabul etseler de; hâkimiyet, sosyal hayatın düzenlenmesi, ibâdet, helâl haram (yasak-serbest) gibi konularda kendi hevâlarına veya egemen güçlerin isteklerine ve tâğûtî yasalara uyarlar. Böyle kimseler ve topluluklar, zamanla birtakım varlıkları ve güçleri ilâhlaştırarak, onlara aşırı saygı göstermeye, bazılarının yardımını alabilmek için, bazılarının da kötülüğünden kurtulmak için onlar adına uydurulmuş putlara veya ilkelere tapınırlar. Allah'ın haram kıldığı (yasak dediği) haram, helal kıldığı (serbest dediği) helaldir. Allah'ın helal kıldığı şeyi yasaklayan veya haram kıldığı şeyi serbest bırakan kişi, merci, meclis, konsey gibi kurum ve kuruluşlara tabi olanlar ve itaat edenler, onlara ibadet etmiş olurlar.
"Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir." (Maide, 44)
Tıpkı Allah'ın eşsiz ve benzersiz olması gibi, O'nun hükmünün de eşi ve benzeri yoktur.Kur'ân-ı Kerim, genel olarak bütün beşeri hakimiyetleri her türlüsüyle reddederken, bu hakimiyet anlayışlarının ortaya çıkardığı pratikleri kendisine konu edinerek reddeder. Çünkü hakimiyet anlayışının pratiğe yansıyan yönü, düzenleyici bir takım hükümler koymaktır, bir takım değer yargıları belirlemektir.O bakımdan Kur'ân-ı Kerim, Allah'ın izin vermediği her türlü yasamayı, Allah'a ortak koşmak olarak kabul eder. (eş-Şûrâ,42/21) Çünkü yasa koymak, egemenlik anlayışının ve bu anlayışın kullanılmasının açık ifadesidir. Dillerin yalan yere helal ve haram olarak hükümler koyarak eşyaya ilişkin nitelendirmelerini, hem yalan, hem de Allah'a bir iftira olarak değerlendirmektedir. (el- En'âm,6/138-140; en-Nahl,16/116)
 —

İntihar Eden Kişi

İntihar Eden Kişi

Cündüb (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Sizden önceki ümmetler içinde bir kimsenin bir yarası vardı. Bu kimse yaranın elemine sabırsızlık ederek bir bıçak aldı ve onunla elini kesti. Bunun üzerine kan durmadı ve nihayet adam öldü.

Allah-u Teâlâ:

‘Kulum kendini öldürmede benim önüme geçti! Ben de ona cenneti haram ettim! buyurdu.”

Buhari 3272, Müslim 113/180

ZİNA

Zina İle İlgili Konular

(38) Zina Bir Çok Hastalıklara Sebeptir

(72) Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Ey muhacirler topluluğu! Beş şeyle imtihan olduğunuz vakit haliniz nicedir? O beş şeye erişmenizden Allah’a sığınırım!

Herhangi bir toplum içerisinde, fuhşiyat zahir olur da nihayet onlar onu aleni hale getirirlerse, mutlaka onların arasında veba ve geçmiş kavimlerde emsali görülmemiş hastalıklar ve dertler yayılır!

Herhangi bir toplum, ölçü ve tartıyı noksanlaştırdığında, mutlaka kıtlık, şiddetli geçim sıkıntısı ve devlet idarecilerinin zulmü ile muaheze olunurlar!

Herhangi bir toplum, mallarının zekâtını vermediğinde, mutlaka gökten yağmurları engellenir. Hayvanlar olmasaydı kendilerine yağmur yağdırılmazdı!

Herhangi bir toplum, Allah’ın ahdini ve Rasulünün ahdini bozarsa, mutlaka Allah onların üzerine, kendilerinden başka bir düşman musallat eder de düşmanları, onların ellerinde bulunan şeyleri nimetlerin bazısını alır!

Herhangi bir toplumun imamları devlet idarecileri, Allah’ın Kitabı ile hükmetmez ve Allah’ın indirdiği hükümlerde muhayyermiş gibi hareket ederse, mutlaka Allah sıkıntılarını kendi aralarında kılar!’ buyurdu.”

İbni Mace 4019, Albani Sahiha 106

(39) Zina Eden Mü’min Olarak Zina Etmez!

(73) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Zinakar zina ettiği vakit, mü’min olarak zina etmez! İçki içen içki içtiği zaman, mü’min olarak içki içmez! Hırsızlık eden çaldığı vakit mü’min olarak çalmaz! Yağmacılık eden, insanlara kendisine gözlerini dikmişken mü’min olarak yağmacılık etmez!’ buyurdu.”

Buhari (Rahmetullahi Aleyh) dedi ki:

−Bunun tefsiri: Kişi bu fiilleri yaparken ondan çıkartılır. Ondan çıkartılır ifadesiyle imanı kast ediyordu.

Buhari 2475, Müslim 100/57, Menahi 3/400

(74) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Bir kişi zina ettiği zaman, iman ondan çıkar ve başının üzerinde şemsiye gibi durur. Kişi zina etmekten vazgeçtiğinde iman ona döner’ buyurdu.”

Ebu Davud 4690, Albani Sahiha 5089, Albani Mişkat 60

(40) Zina Beyyine veya Hamilelik Yahut İtirafla Sabitleşir

(75) Süleyman bin Bureyde babası Bureyde’den şunları tahdis etti:

“Gamidîli bir kadın gelip:

−Ya Rasulallah! Ben zina yaptım! beni temizle dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onu geri çevirdi.

Ertesi gün olunca:

−Ya Rasulallah! Beni neden geri çeviriyorsun? Her halde sen Maiz’i geri çevirdiğin gibi beni de geri çevireceksin. Vallahi ben kesin hamileyim! dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−‘Eğer değilse çocuğu doğurana kadar git’ buyurdu.

Kadın doğurunca, çocuğu bir bezin içerisinde Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e getirdi ve:

−İşte çocuğu doğurdum dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−‘Git onu sütten kesene kadar onu emzir’ buyurdu.

Kadın çocuğu sütten kestiğinde elinde bir ekmek parçası olduğu halde onu Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e getirdi ve:

−Ey Allah’ın Nebisi! İşte bu çocuğu sütten kestim, o ekmek yer de oldu dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) çocuğu Müslümanlardan bir adama verdi. Sonra kadının recm edilmesini emretti de kadın için göğsüne kadar bir çukur kazıldı. İnsanlara emretti, onlar da kadını recm ettiler.”

Müslim 1695/23

(76) Cabir bin Semure (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Ben, Maiz bin Malik Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanına getirildiğinde gördüm. O sert yapılı kısa boylu bir adamdı, üzerinde ridası da yoktu. Kendi nefsi aleyhine zina yaptığına dört kere şahitlik yaptı.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona:

−‘Her halde sen şunları, şunları yapmışındır?’ buyurdu.

Maiz bin Malik:

−Hayır, vallahi aşağılık olmada sonuncu olan zina etmiştir dedi.

Cabir (Radiyallahu Anh) dedi ki:

−Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onu recm etti.

Sonra ayağa kalkıp bir hutbe irat ederek:

−‘Dikkat ediniz! Bizler her ne zaman, Allah yolunda gaziler olarak seferber olsak, onlardan tekenin çiftleşme esnasında çıkardığı gibi ses çıkaran biri geri kalıyor bizim ailelerimizin arasında barınıyor. Bu kimse şehvetine bedel kadınlara az bir şey hediye ediyor onları aldatıyor. Ama Allah’a yemin ediyorum ki, Allah onlardan biri üzerine bana imkân verirse ve bu çirkin fiili yapmış olarak bana getirilirse şüphesiz ona âlemlere ibret olacak ağır bir ceza vereceğim!’ buyurdu.”

Müslim 1692/17, 18

Sarhoş Ve Müezzin

Sarhoş Ve Müezzin

Sarhoş'un biri, şarabın tesiriyle bir camiye girer ve dua etmeye başlar:

- Yarabbi! Beni Cennetine koy, bana köşklerini ver, bana kevseri ver, bana hurilerini ver... 

Bu yakarmaları işiten müezzin, sarhoşun yakasından tutarak:

- Ey akıldan, dinden gafil, senin camide işin ne? Sen ne yaptın ki, Allah'tan hem de bu sarhoş halinle dilyorsun? Hiç yakışıyormu?

Sarhoş bu sözleri işitince başlar ağlamaya ve:

- Müezzin efendi, müezzin efendi... ben sarhoşum, yakamdan elini çek, bana ilişme, dokunma bana, incitme beni, kırma kalbimi. Unutma, bilmiyorsan bil. Cenab-ı Hakk'ın rahmetinden lütfundan günahkar kullarıda ümitlenir. Benim sana sözüm yok, ben senden mi istiyorum. Tevbe kapısı açıktır. En büyük yardımcı Allah'dır. O öyle lütuf sahibidir ki, O'nun lütfunun, rahmetinin büyüklüğü yanında kendi günahımı büyük görmeye utanıyor, günahıma büyüklük veremiyorum.

dayan!.


Konuşsam dilim yanar, sussam kalbim..Önce duruyorum... Sonra susuyorum... İçimden çıkan lafların etrafı ,yangın yerine çevireceğini düşününce kilit vuruyorum dilime.. sonra Yan! diyorum içime!...Sadece sen yan! Ve Dayan! diyorum gönlüme!... Herkes mutlu olsun! Sen dayan!..HZ.MEVLANA

.....


GEL.


seni arıyorum kalabalık caddelerde,
tanımadığım insanlar geçiyor, sen yoksun..
perişan hayallerimin başladığı yerde,
sana sesleniyorum, duyuyor musun?

beyaz güller açtı bahçelerde , sevdiğin..
ya o karanfil , baygın kokulu çiçek.
gel yalnızlık bahçeme beyazlar giyin,
anladım ki bu ömür sensiz geçmeyecek.

odamı süsleyen ellerini uzat,
hazzından dile gelsin bastığın halı..
açılsın sevincinden perdeler kat kat..
ışık ve ateş senin için yanmalı..

sonra çevir düğmesini, radyonun
sevdiğin musiki dolsun odama,
dinle şarkısını büyük koronun,
beni düşün! beni düşün ağlama..

içimden bir ses diyor ki sabret..
sonu gelecek bu yalnızlığın,
bütün aynalar gülecek elbet,
açılacak kapılar ansızın..

yalnız sen varsın beyaz gülüm,
evde bahçede ve sokakta,
bir eylül akşamı gördüğüm ,
o beyaz hayalsin uzakta..

yakınsın yalnızlık kadar,
uzaksın yakınmış gibi,
sensiz yaşadığım yıllar
bu kadar güzel değildi.

yeter.. gel artık yeter..
karanfiller açtı gel
kış bahçesinde , güller
beyaz güller açtı gel !!
alıntı,

12 Kasım 2013 Salı

İÇİMDEN GEÇENLER

Gözlerim çağlayan oldu,bastıramıyorum feryatları mı
Yüreğim labirent sanki,içinde dönüp durmaktayım.
Ne geri dönebiliyorum,nede yol alabiliyorum.
Güzel mevlam sonunda seni bulmak var biliyorum.
Beni bende bırakma Allahım senden gayrisini,
yüreğimde bırakma...
Sana doğru yola çıktım,sürünerek geliyorum.
Sana ulaşmam için yardım et bana...SAİME
 

GÜLE

Gül nazlıdır,

Gül zariftir.

Gül sevgi ister.

Gülü sevip koklayabilmek için dikeninden tutmak gerekir.

Dikeninden tutup o acıya katlanmazsan gülü koklayamazsın,

Dikenini koparıp gülü eline alırsan bu sefer güle zarar verirsin

Yani gülü incitmeden sevebilmek için,dikeninden tutmak gerekir

Ama ne kadar tutabilirsinki gül uğruna dikeni?

Gül için dikeni tutarsan kendine zarar verirsin,

Güzel olanda budur işte,gül için dikenin o acı verici ızdırabına katlanmak…

Eğer gülü seviyorsan,koklamak istiyorsan dikenin verdiği acıya katlanırsın,dikeninden sımsıkı tutarsın.

Vermemek için gülü hoyrat ellere, öyle tutarsın ki dikeninden, avucunda damla damla kan akmaya başlar

Ama sen aldırmazsın akan kana, acıyı hissetmezsin bile, çünkü seviyorsun,hep koklamak istiyorsun.

Ve gül;

Gülün ömrü az olur ya,

Hayatta kalabilmek için toprak ister ,su ister.

İşte senin ona olan sevginde burda belli olur.

Avucunu toprak,akan kanı su eylersen o zaman gül, mis kokusundan vermeye devam eder.

Avucundaki diken ve akan kan damlaları seni bitirip tüketsede razısın çünkü seviyorsun.

Kanın her damlası yüreğinden akmaktadır.yürek gülü sevdiği için durmadan kanı göndermeye devam eder.

Ama bu; diken ya.

hain çıkar, kanın bir bölümünü gülün ihtiyacı için saklar,diğer bölümünüde akıtıverir kara topraklara…

Yürek ise kanın bitmesine aldırış etmeden söneceğini bile bile son damlasına kadar dayanıp kanı gönderir güle.

Tek isteği gülün yaşamasıdır.

Ve herşeyden vazgeçip kendini feda eder gülü için…

EYYY SEVGİLİ!!!

Çöllerde kalmayı sevdim Seninle...
Yalnızdım,kalabalıklar içinde...
Her şeyde Sen'in sanatını görmeyi sevdim ben...
Herkeste Senden bir tecelli bulmayı sevdim..
Yıldızlarda nurunu,güneşte narını,ateşte harını bulmayı sevdim... 
Aziz oluşunu,Kadir-i mutlak oluşunu sevdim..
Settar oluşunu sevdim...
Öylesine güzel bir sırdaştın ki
Sen,kimselere bir sırrımı vermedin..
Günahıma rağmen yücelttin beni..
Şeref ikram ettin..
Ekremül-ekreminsin..
Kulunu sevmeni sevdim ey Rabbim..
Ben unuttum,unutmadın..
Ben adını anmadım,yine de bırakmadın..
Yüceler yücesi aşkına karşılık vermek varken,
Seni bırakıp başkalarına yandım..
Yinede vazgeçmedin benden..
Sevdin beni oysa,ben Sana kul bile olamadım..
Nankörlük ettim..
Yine de nimetlerini esirgemedin...
Şikayet eden,sızlanan,dert yanan hep ben oldum.
Sen sevdin beni...
Bense vefasız bir sevgiliydim..
Kıymetini bilemedim...
Affet ALLAH'ım…

11 Kasım 2013 Pazartesi

AĞLAMA GÖZLERİM MEVLA KERİMDİR

AĞLAMA GÖZLERİM MEVLA KERİMDİR Gurbet elde bir hal geldi başıma, Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir. Derman arar iken derde düş oldum, Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir.
Huma kuşu yere düştü ölmedi, Dünya Sultan Süleyman'a kalmadı. Dedim yare gidem, nasip olmadı, Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir.
Kağıda yazarlar ufak yazılar, Anasız olur mu körpe kuzular? Derdi yüreğinde olan sızılar, Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir.
Abdal Pir Sultan'ım böyle buyurdu, Ayrılık donların biçti, giydirdi. Ben ayrılmaz idim, felek ayırdı, Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir.
Pir Sultan Abdal

BEN BUGÜN YÂRİMDEN AYRI DÜŞELİ

BEN BUGÜN YÂRİMDEN AYRI DÜŞELİ Ben bugün yârimden ayrı düşeli, Her günüm bir yıla döndü, gidiyor. Yine zindan oldu dünya başıma, Sinem ateşlere yandı, gidiyor.
Hayal hayal oldu şu bizim iller, Dostun bahçesinde açıldı güller. Her seher, her sabah öter bülbüller, Sevdası serime kondu, gidiyor.
Aktı didem yaşı, revane, Bir ateş koyuldu şimdi cihana. Bir selâm iletin bizim Gülşen'e, Hâlim bir Mevlâ'ya kaldı, gidiyor.
Karac'oğlan der ki: Durmam burada, Gül yüzlüm fikrime düştü bu ilde. Gayet fikre daldım, gönlüm ak yârda, Kanlı gözyaşlarım aktı, gidiyor.

9 Kasım 2013 Cumartesi

Kadın Haklarını Koruma Derneği

Kadın Haklarını Koruma Derneği

Derneğimiz, T.C. yasalarında kadınlara verilen hakları korumak,geliştirmek, toplumda kadının çağdaş ve saygın yerini alabilmesi, cinsiyet ayırımının kaldırılması, her alanda eşitliğin sağlanması amacıyla yurdumuzda kurulan hemen hemen ilk dernektir. Bu amacı gerçekleştirmek için birçok çalışmalar yapmıştır. Ezcümle: Bugün Türkiye'de kadın, hem kendi emekli maaşını ve hem de ölen eşinin emekli eşinin veya babasının maaşını alıyorsa ve erkek de, ölen karısından maaş alıyorsa, Emekli Sandığı kanunundaki bu değişiklik, derneğimizin teklif ve baskıları sonucu kabul edilmiştir. Keza, Kadınlara 20 yılda emekli olabilmeyi sağlayan yasa, kadın hakimlere tanınan %10 'luk kontenjanın % 25'e çıkarılması, evli kadının evvelce seyahat özgürlüğü olmadığı halde, yurt dışına çıkabilmesi, derneğimizin çalışmaları sonucudur.

   Yine derneğimizin öncülüğünde, Türkiye'de ilk defa 1972 yılında (Türkiye Ulusal Kadınlar Partisi) kurulmuş ve 12 Eylül 1980  tarihinde her parti gibi kapatılmıştır. Medeni kanundaki ve T. Ceza Kanundaki kadın erkek ayırımcılığını taşıyan maddelerin değiştirilmesi ve evlilikte edinilen malların, karı koca arasında eşit olarak mülkiyetlendirilmesi hususundaki ilk yasa teklifi, yine derneğimizce 1974 tarihinde TBMM'ne sunulmuştur.

   Kadın Sığınma Evlerinin açılması, kadınların da askere alınması, ev kadınlarına emeklilik hakkının sağlanması, aile planlaması ve (Eğitebileceğin kadar çocuk yap) sloganı ile cinsel eğitim, kadın polis yetiştirilmesi ve her karakola en az bir kadın polis konma teklifi derneğimizce yapılmış ve devam etmektedir.

   Derneğimizce yıllardan beri okuma-yazma kursları, biçki-dikiş kursları, kırsal kesimlerdeki ev kadınlarının ürettikleri el becerilerinin teşviki ve satımının sağlanarak kendilerine gelir getirmesinin sağlanması devam etmektedir.

   Tevhidi Tedrisat Kanununun uygulanması ve çağdaş eğitimin sağlanması, kuran kurslarının kapatılması ve Kıyafet Kanununun devletçe uygulanması ve dini kıyafetlerle gezenlerin cezalandırılması ve resmi nikâhtan evvel dini nikâhın yasak olmasına rağmen, tatbikatının önlenmesi ve yapanların cezai kovuşturmaya tabi olmaları için, hükümetler uyarılmaktadır.

   Derneğimiz 1990 yılından beri, Türkiye'de Kadın Haklarına yaptığı çalışma ve katkılarından dolayı bir kişiye şükran' plaketi vermektedir.

   Ayrıca, mahkemelerde haksız olarak kadınlar aleyhine verilen kararlar hakkında yerel mahkemeleri ve Yargıtayı uyarmakta, birçok kadınların hakkını aramaları için ücretsiz hukuki yardımlarda bulunmakta, okuma-yazma kursları ve el becerileri kursları ve biçki-dikiş kursları yapmakta ve kırsal kesimdeki kadınlarımızı Atatürk ilkeleri ve devrimleri hakkında aydınlatmaktadır.

   1995 yılında, Derneğin 41. kuruluş yıldönümü nedeniyle, Liseler arasında, (Kadın Hakları ve Demokrasi) konulu kompozisyon yarışması yapmış ve çocuklarımızın bu konuda bilinçlenmesini sağlamıştır. 1.2.3'cüye parasal ödüller verilmiştir. Ayrıca burslu öğrencileri bulunmaktadır. 1954'de kurulan derneğimiz. 1962 yılında kamu yararı dernekler kapsamına alınmış olup, Kadın Dernekleri Federasyonu üyesidir. Birçok şubeleri olup, Amerika ve Japonya'daki kadın dernekleri ile irtibatlıdır. Derneğimiz BM tarafından İstanbul'da düzenlenen HABİTAT 2. Konferansına katılmış, Kadın Kozası çalışmalarına iştirak etmiş, ayrıca (Kadın Ressamlar) ve (Küm Sergisi) ve (Elbecerileri Sergisini) açmıştır.
   Derneğimiz, Atatürk ilkeleri ışığında çalışmalarını sürdürmektedir.
         
   Çalışmaları: Boşanma, ayrılık ve nafaka davalarında danışmanlık, hukuki yardım, kadınların haklarıyla ilgili her türlü konuda yardım, destek ve danışmanlık.
    Av.Gönül İşler-Kadın Haklarını Koruma Derneği Genel Başkanı
  
   Kadın Haklarını Koruma Derneği sağladığı yardımlardan faydalanmak ve derneğe üye olmak için,

  Adres: İstiklal Cad. Halep İş Merkezi Kat:7 Beyoğlu/ İstanbul
 Tel: 0212- 252 36 30 (Saat 14.00'dan sonra)

Fransa’nın laik dogması!

Fransa’nın laik dogması!

Batı giderek zihinsel tıkanmaya doğru gidiyor. 11 Eylül’den sonra “güvenlik” faktörünün “özgürlükler”in önüne geçmeye başladığı söyleniyor, gerçekte Batı kendi kadim kodlarına dönüyor.
Fransa’da “Ermeni soykırımını inkâr” cezasının yasalaşması bunun son örneklerinden biridir. “Soykırımı inkâr” yasası bugüne kadar Yahudi soykırımının inkârı için kullanılıyordu. Buna şimdi “Ermeni soykırım iddiası” eklendi.
Kişiler konumlarına, olaylara, bakış tarzına, sahip oldukları bilgi birikimine göre 1915’te Ermenilerin “soykırıma maruz kalıp kalmadıkları”nı iddia edebilir. Tarihle ilgili hükümlerin oluşmasında doğru bilgi ve edinilmiş kanaat rol oynar. Aynı olaya ilişkin iki kişinin bilgileri ve kanaati değişik olduğundan hükümleri de farklı olabilir. Nihai ve doğru bilgi yani Hakikat, Allah katındadır, hiç kimse gerçeğin bütününü ve ta kendisini bilip temsil ettiğini iddia edemez. Burada tabiri caizse herkesin eteğindeki taşları dökmesine imkan tanımaktan başka çıkar yol yoktur. Düşünce ve ifade özgürlüğü bunun için zaruridir. Orta ve uzun vadeli politik hesaplar, Ermeni seçmeninin baskıları söz konusu olsa da, Fransa Meclisi’nin aldığı karar özü itibarıyla din ve düşünce geleneğinde tayin edici parametre durumunda olan “dogma”dan kaynaklanıyor. 1789 İhtilali ve bugüne kadar alınmış bulunan bunca mesafeye rağmen hakikatte Batı, kendi Hıristiyan geleneğini sekülerleştirerek yol almaya çalışmaktadır.
“Dogma” mahiyeti itibarıyla “kesin bilgi ve tartışılmaz doğruyu vazeden bildirim”dir; bunu beşer zihni vazeder ve tartışılmasını yasaklar. Bir bilgi veya hüküm açık müzakere, tartışma, tefsir ve tevile açık değilse dogmadır. Sonuçta denen şudur: “Bu böyledir, böyle düşünmek ve inanmak zorundasınız. Aksi yönde görüş beyan edecek olan cezalandırılır.”
İslam düşünce geleneğinin parametresi “dogma” değil, “nass”tır. Nass, tefsire, tevile, müzakere ve ictihada açıktır. Düşünme ve ifade özgürlüğü, nassın hikmetini ve maksadını anlamak bakımından kısıtlanması mümkün olmayan bir hakkın kullanımıdır. Ve genellikle bir nassın birden fazla ve üstelik birbirine aykırı yorumları olduğundan bu sayede birden fazla mezhep, fırka ve ekol teşekkül etmiştir. Bu, İslam tarihinde çoğulculuk teşekkül edip fiiliyatta yaşanırken, neden Batı düşünce ve inanç geleneğinin tekil, emredici ve zorlayıcı olduğunu göstermektedir.
Umberto Eco, modern Batı’yı mümkün kılan en önemli faktörün “ifade özgürlüğü” olduğunu söyler; bu doğrudur. Ancak giderek Batı, çoğulculuk ve ifade özgürlüğü alanındaki iddialarına rağmen, totaliter, emredici ve zorlayıcı bir yönelimin içine girmiş bulunuyor. Olayların vukuuna paralel olarak Batı’daki düşünce ve ifade özgürlüğünün, dine, geleneksel düşünce mirasına ve Batılı paradigma dışındaki düşünce kaynakları söz konusu olduğunda kullanıldığı anlaşılmaktadır; Batı’nın kendisine ve düşünce kaynaklarına yönelinildiğinde Batı bir anda hoşgörüsüzleşiyor, hemen emredici, yasaklayıcı ve totaliter yüzünü gösteriyor.
Bu yüzden mesela Orhan Pamuk, İstanbul ve Müslüman toplumun değil de Batı kentinin şizofresini anlatan bir romancı olsaydı, değil ödül almak, başka bir dile çevrilmezdi bile. O ve benzeri yazarlar Batı’nın bilinçaltına hitap ettiği, Doğulu ve Müslüman toplumun “azgelişmişlik” psikolojisini deşifre eden bir anlatım yolunu seçtiği ve elbette “1 milyon Ermeni’nin soykırıma uğradığı”nı söylediği için Nobel edebiyat ödülüne layık görülüyor. Batı’dan ödül bekleyen yazarlar için izlenecek yol haritası bellidir: Müslüman dünyanın azgelişmişliğini, bu dünyanın yaşadığı sorunları “Batılı zihnin algılayabildiği çerçeve”de ele almak ve 301 gibi kanunlarla her ne yasaklanmışsa söz konusu yasakları ihlal edici konuşmalar yapmak. Batı, tarihte hangi suçu işlemişse, Müslüman dünyayı bunlarla suçlamak Batı’yı rahatlatır, politik ve ekonomik hesaplarının realizasyonunu kolaylaştırır.
Türkiye, Batı’nın “dogma” geleneğini takip ederek bu gidişe karşı koyamaz, koymaya çalışması da doğru değildir. Yapmamız gereken, kendi “nass” geleneğimize dönüp düşünce ve ifadenin önündeki kısıtlamaları kaldırmak, 301’i ceza kanunundan çıkarmak olmalıdır. Türkiye, kendine tam bir özgüvenle hem kendi yurttaşı Ermenileri kucaklamalı, hem komşusu Ermenistan’la ilişkilerini geliştirmelidir. Fransa “laik dogma” vazetmiştir; bu dogma geçmişte olduğu gibi vazedene zarar verecektir.
Ali Bulaç tarafından yazılan bu makale, 14 Ekim 2006 Cumartesi günü yayınlanan Zaman Gazetesindeki köşe yazısıdır.